Her ne kadar
sabahin korunde kalkmis ve yollara dusmus olsak da, bizi ayiltacak buz gibi bir
Londra sabahindan daha guzel bir sey bulamazdik herhalde..
Daha onceden
de dedigim gibi, farkinda olmadan o kadar guzel bir yerde secmisiz ki
otelimizi, metrodan ciktigimizda, kendimizi Avrupa'nin en buyuk alisveris
merkezi dedikleri Westfield'in onunde bulduk. Valizlerimizi 5-6 dakika
yuruyerek otele birakip, uzerimizi degistirdikten sonra, kosarak birseyler
yemek icin alisveris merkezinin yolunu tuttuk. Aslina bakarsaniz, bana oyle en buyuk alisveris merkezi kivaminda gorunmedi pek. Istanbul'daki
alisveris merkezlerimiz gayet buyuk ve guzel. Fakat iste, bir kere kazanmis
odulleri, ne desek bos :)
Kendimi hemen
girise yakin olan Disney Store'da bir sure kaybettikten sonra, iki katli dev
bir Primark gorunce sevincten havalara uctum :) Primark, Londra'da aradiginiz
herseyi hesapli fiyatlara bulabileceginiz bir mağaza, ve benim daha once
sadece Oxford Sreet'tekini talan etme sansim olmustu. (Asagidaki yaramazi bulun bakalim:))
Neyse, kocis acliktan
bayilmadan once, kendimize yemek yiyecek bir yer bulmaya karar verdik. Ve kader bizi,
muhtesem bir Japon restoranina goturdu :) Umai, yedigimiz en lezzetli Sushileri
ve benim favorim olacak Tempura Don'u kesfetmemizi sagladi. Tabiki Umai'yi daha
sonra yine ziyaret ettik :)
Karnimizi
doyurduktan sonra, alisveris faslini baska zamanlara birakmak uzere,
Westfield'i terkettik ve metroyla King's Cross'a gittik. Amacimiz Harry
Potter'in trene binerken carparak
duvardan gectigi Platform 9 3/4'u gormekti :) Internetten baktigim yer
degismisti ve platform bilet ofislerini gecince hemen sag tarafa tasinmisti.
Tabiki, cok kalabalikti :) Herkes fotograf cektirmek icin sirada bekliyordu.
Biz arabanin birkac fotografini cekerek ordan ayrildik, kuyruk bekleyecek
halimiz pek yoktu dogrusu...
Hala yoldan
sersem halde oldugumuz icin birer kahve aldik. Kahvelerimizle disari
ciktigimizda, bizi muhtesem tren istasyonu, St. Pancras International
karsiladi. Londra'dayken, Paris'e ya da Amsterdam'a da gitmek isterseniz,
geleceginiz yer bu istasyon olmali. Ici de en az disi kadar ihtisamli.. Yanlis
hatirlamiyorsam, Harry Potter'in platformdan gecip trene bindigi yer de burasi..
Istasyonun
ihtisamini icimize sindirdikten sonra, internette okuyup pesine dusmekte
israrli oldugum, Londra'nin kedileri macerasina kocisimi de alet ederek,
yeniden yollara dusuyoruz. Metrodan Holborn duraginda inip yuruyoruz. Russell
Square Gardens'in icinden geciyoruz. Her yerin park olmasi insana ayri bir
huzur veriyor. Internette Bloomsbury Square Gardens'da yazmasina ragmen bir
turlu bulamadigimiz kedi heykeli pesinde gezerken, Queens Square'e bir bakalim
diyoruz ve evet iste, Sam the Cat karsimizda. Sam, duvardan zemine atlamak
uzere olan, oyun oynayan eglenceli bir kedinin heykeli. Bir
kedi sever olan hemsire Patricia Penn (1914-1992) anisina yapilmis. 1970'lerde,
Ms Penn o alani ve tarihi binalari, girisimcilerden korumak icin cestli
kampanyalar baslatmis...
Sam ile
birkac fotograf cektirdikten sonra, yola devam ediyoruz. Tottenham Court
civarinda, Paperchose adinda kocaman, harika bir kirtasiye bulup, hemen icine
giriyoruz. Aslinda beni cezbeden, vitrine koyduklari sirin oyuncaklar olmasina
ragmen, icerdeki muhtesem kirtasiye malzemeleri, oyuncaklar ve yastiklarla
kendimden geciyorum. Kocis, icerdeki yumusacik rahat koltukta dinlenirken, ben
ikinci kati gezip bitiriyorum :)
Bir
arkadasimizin istedigi siparis icin elektronik magazalarina girip cikiyoruz ve
daha sonra ayaklarimiz aciyarak yurumeye devam ediyoruz :)
Artik
oturmamiz gerektigin dusunerek, Goodge Street uzerindeki birbirinden guzel
restoranlardan hangisine girsek diye bakinirken, bugunu Thai yemegiyle
kapatalim diyor, ve kendi minik ama yemekleri lezzetli Thai Metro'da Green
Curry Chicken, Red Curry Prawn, Metro Mix ve daha once Thailand'da ictigimiz ve
begendigimiz bira Singha'dan soyleyerek gunu bitiriyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder