Pazar gunleri herseyin satildigini duydugumuz Old Spitalfields Market'e gitmek uzere, erkenden kalkip metroya yuruyoruz.
Tom
Cruise’un Mission:Impossible filminde, guvenli evden cikip, metro girisindeki
telefon ile konusmasi sahnesi sayesinde unlenen Liverpool Street Station’dan cikip, 5 dakika yurudugunuzde, Old
Spitalfields Market karsinizda olacak. Hergun 9:00-17:00 arasi acikmis.
Persembe antika pazari, Cuma-Pazar ek olarak 2. el ve yeni olmak uzere
giyecekler ve yiyecek pazari kuruluyormus. Her ayın ilk Cuma gunu de plak ve
kitap satiliyormus. Biz 9:00'da orda olmamiza ragmen tezgahlar yeni
kuruluyordu, o yuzden pek acele etmenize gerek yok bence. 10:30 gibi ancak
toparlanmis oluyor herkes.
Tezgahlarin
acilmasini beklerken, biz de Costa Coffe'den kahvemizi ve cayimizi, Pret'ten de
sandviclerimizi alarak guzel bir kahvalti yaptik. Costa yerel bir kahveci ve
benim gibi pek kahve sevmeyen birine bile kahveyi sevdirdi diyebilirim. Baska
bir gun deneyecegimiz bademli kruvasanlari ise tek kelimeyle muh-te-sem-di...
Old
Spitalfields Market’in icinde Wagamama, Gourment Burger Kitchen, Canteen gibi
yaklasik 10 pound vererek karninizi doyurabileceginiz zincir restoranlardan var.
Londra icin kesinlikle ucuz.. Tabi daha ucuza, tezgahlarda satilan cesit cesit
yemekleri de deneyebilirsiniz.
Tum
tezgahlar acildiktan sonra kendinizi, antika valizlerin, vintage elbiselerin,
harika mantolarin, hirkalarin, bebek esyalarinin, sapkalarin, eski resimlerin,
mucevherlerin ve mis kokulu yemeklerin arasinda kaybedebilirsiniz.
Burda
1-2 saat gezip, keyfini cikarttiktan sonra, Dogu Londra'yi kesfetmek ve Brick
Lane'deki brickleri gormek uzere yola cikiyoruz. Yaklasik 10-12 dakika
yurudukten sonra, Brick Lane'e ulasiyoruz. Zaten duvarlardaki graffitiler de
dogru yerde oldugumuzu hemen gosteriyor :) Burasi Londra’da bulabilecegimiz en
bol kepce Hint yemegi servis eden restoranlarin merkeziymis, diye duymustuk.
Bunu bilmesek bile yururken sokakta duydugumuz kokulardan anlayabiliyoruz.
Biraz daha yurudugumuzde, muthis yemek kokulariyla, Sunday UpMarket bizi
karsiliyor. Iceri girdigimizde gozlerimize inanamiyoruz. Devasa bir yemek,
taki, hali, poster, incik boncuk pazarina geldiginizi hayal edin, fakat fazlaca
yemek standi olsun... Tum dunya
mutfagi kocaman bir alanda elinizin altinda... Henuz acikmamis oldugumuzdan,
biraz gezdikten sonra, Guney Afrika'dan ozlem duydugumuz Samosalardan gorunce
dayanamiyor, 2 tane aliyor ve yola devam ediyoruz.
Brick
Lane’de eskiden bira imalati yapiliyormus. Fransa Protestan gocmenleri,
Ingilizler’e nasil daha iyi bira yapacaklarini ogreterek, Old Truman
Brevery’nin Londra’nin en buyuk bira fabrikasi olmasini saglamislar.
Brick
Lane uzerindeki Jamme Majid Camii ise, Brick Lane ve Fournier Square
kosesinde, oldukca ilginc bir mimariye
sahip..
Beigel Bake, 24 saat acik ve gece
gezmesinden karnini doyurmaya gelenleri agirlamasiyla unlu bir bagelciymis. Eh
tabiki hemen onundeki uzun kuyrukta yerimizi aldik. Ben krem peynirli, kocis
ise fume somonlu ve krem peynirli birer bagel soyleyerek bu meshur tadin
keyfini cikarttik :)
Biraz
ilerde bir market daha bulduk. Brick Lane Market’te de ikinci el kıyafetler,
oyuncak, dekorasyon esyalari gibi akliniza gelebilecek pek cok sey bulmak
mumkun. Bizim ilgimizi esas ceken sey ise, yine yiyecek standlari oluyor
elbetteki :) Fakat bagellerla doydugumuz icin birsey yiyebilecek durumda
degiliz...
Ne
kadar aradiysak da Brick Lane'deki brickleri bulamadik. Buyuk bir hayal
kirikligiyla internete baktigimda, olimpiyatlarda zarar gormesinler diye
kaldirildiklarini ogrendim. Kimse yerlerine geri koymayi akil edememis
anlasilan.
Geri
donerken, yolumuzun uzerindeki Sunday UpMarket'ten birkac sushi, tempura prawn
ve biraz samosa alarak, Londra'nin onemli meydanlarindan biri olan Trafalgar
Square'e yollandik...
Trafalgar
Square, her turlu aktivitenin
yapildigi yerlerden biri. Bizdeki Taksim Meydani gibi de dusunebilirsiniz.
Meydan ayni zamanda Lord Nelson'in heykeline, dort arslana, Kral IV. George'un
heykeli'ne ve cok sayida guvercine ev sahipligi yapiyor. Burdaki guvercinlere
yem vermenizi pek tavsiye etmem, cunku oldukca yuklu bir para cezasi varmis :)
Nelson heykelinin etrafindaki arslan heykelleri cocuklar tarafindan pek
seviliyor, uzerini bos yakalamak neredeyse imkansiz. Efsaneye gore, Big Ben 13
defa calrsa, bu bronz arslanlar uyanacakmis. Londra ile ilgili pek cok efsane
var, aklima geldikce sizlerle paylasacagim... Meydanda cok kalabalik bir Hint
toplulugu vardi, sanirim bir cesit kandil kutlamasi yapiliyordu. Zira herkese
ucretsiz yemek ve irmik helvasi dagitildigini gorduk :)
Kalabaliktan kurtulup, National Portrait Gallery’inin uzerindeki
Portrait Restaurant'a gitmeye karar verdik. Muhtesem bir manzarasi oldugunu
okumustuk ve gormek istedik. Sadece yemek yiyenlere masa aciyor olmalarina
ragmen, bizim yorgun halimize dayanamamis olacaklar ki, nazikce bir masa
ayarladilar. Kahvelerimizi yudumlarken, restoranin catisindan gorunen ve
gercekten muhtesem olan manzarayi seyre daldik...
Yeterince dinlendigimizde, meydana geri donup, Admiralty Arch'i
gecerek Green Park'in icinden yuruduk. Edinburgh Duk’unun dogumgunu serefine atilan top parelerini
kacirdigimiz icin kocis biraz mutsuz olsa da, bir sonraki Cumartesi Kralice'nin
dogumgununde onu da mutlu edebilecektik. Detaylar daha sonra :)
Parkin icinden gecip Leicester Square’e geliyoruz. Burasi Londra’nın tiyatro ve sinema bolgesi olarak da aniliyor. Meydandaki kucuk parkta William Shakespeare adına yapilmis bir çesme bulunmakta ve cesmenin hemen onunde Tom Cruise, Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone gibi aktorlerin el izleri var. Fakat, tabiki cesme tadilattaydi ve biz etrafina konmus olan minik deliklerden iceri bakmakla yetinebildik.
Parkin icinden gecip Leicester Square’e geliyoruz. Burasi Londra’nın tiyatro ve sinema bolgesi olarak da aniliyor. Meydandaki kucuk parkta William Shakespeare adına yapilmis bir çesme bulunmakta ve cesmenin hemen onunde Tom Cruise, Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone gibi aktorlerin el izleri var. Fakat, tabiki cesme tadilattaydi ve biz etrafina konmus olan minik deliklerden iceri bakmakla yetinebildik.
Meydana kocaman bir M&M’s World acilmis. Kucuk buyuk cikolata,
seker seven herkesin bayilacagi bir yer. Ben yine icerde kendimi kaybettim, mis
gibi M&M's kokulari, dev M&M's kavanozlari, oyuncaklar, giyim ve mutfak
esyalari arasinda pek kaybolmamak mumkun degil sanirim...
M&M's World'de uzunca bir sure oyalanip, cocuklar kadar şen ciktigimizda, Green
Park'a geri donup, icinden gecip, Kralice'nin yasadigi Buckingham Palace'in
hemen karsisindaki St. James Park'ta kugularla, pelikanlarla, guvercinlerle,
kargalarla ve sincaplarla hasir nesir oluyoruz. Parka gitmeden once yer fistigi
alirsaniz, sincaplar gelip elinizden fistiklari kaparken fotograf
cekebilirsiniz. Yalniz dikkat edin fistiklari sincaplardan once kargalar ve
guvercinler kapmasin :)
Yeterince sincap besleyip fotograf cektigimize emin oldugumuzda,
ve parkin keyfine vardigimizda, Da Vinci Code'daki Temple'i bulmak uzere yine
yollara dusuyoruz. Metroya binip Temple duraginda iniyor ve Temple'in kapali
oldugunu gorerek husrana ugruyor, fakat Covent Garden'a giderek yolculugumuza
devam ediyoruz.
Covent Garden'a gidip
biraz geziniyor ve internette fotograflarina bayildigim kucuk bir avlu olan Neal's
Yard'a kocisi surukluyorum. Icindeki minik kafeler ve ortasindaki masalarla
ufak ama sirin bir avludan ibaret olan Neal's Yard, renkli binalari ve
cicekleriyle kocisin de hosuna gidiyor Allah'tan...
Ordan cikip, yururken gordugumuz,
ayni zamanda internette de okumus oldugum Belcika restorani Belgo'ya girip bira
icmeye ve dinlenmeye karar veriyoruz. Yerin altina kurulmus olan bu restoranin
hem dekorasyonu enteresan, hem de masaya siparis edilen her sey nefis
gorunuyor. Masalarda Beer Bible'lar var. Bira severler icin bir cennet :) Dilerseniz bu kitapciklari 5 pounda alip, eve de goturebiliyorsunuz. Cok ac olmadigimiz
icin jumbo karides, patates kizartmasi ve bira soyluyoruz. Ben Belcika birasi
Duvel iciyorum, normal biralara pek benzemiyor. Ac olmamamiza ragmen, yan
masaya koca bir tencereyle gelen midyede gozumuz kalmiyor degil.. Daha sonra
ilginc Belcika biralari da deniyoruz, benimkinin alkol orani yuksek fakat
cikolata tadi var, kocisinki ise sampanya gibi... Ispanya’dan gelmis olan
garson bizi cok seviyor ve para almadan bir patates daha getiriyor :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder