Salı, Haziran 25

Londra Gunlugum - 2.GUN


Pazar gunleri herseyin satildigini duydugumuz Old  Spitalfields Market'e gitmek uzere, erkenden kalkip metroya yuruyoruz.

Tom Cruise’un Mission:Impossible filminde, guvenli evden cikip, metro girisindeki telefon ile konusmasi sahnesi sayesinde unlenen Liverpool Street Station’dan cikip, 5 dakika yurudugunuzde, Old Spitalfields Market karsinizda olacak. Hergun 9:00-17:00 arasi acikmis. Persembe antika pazari, Cuma-Pazar ek olarak 2. el ve yeni olmak uzere giyecekler ve yiyecek pazari kuruluyormus. Her ayın ilk Cuma gunu de plak ve kitap satiliyormus. Biz 9:00'da orda olmamiza ragmen tezgahlar yeni kuruluyordu, o yuzden pek acele etmenize gerek yok bence. 10:30 gibi ancak toparlanmis oluyor herkes.

Tezgahlarin acilmasini beklerken, biz de Costa Coffe'den kahvemizi ve cayimizi, Pret'ten de sandviclerimizi alarak guzel bir kahvalti yaptik. Costa yerel bir kahveci ve benim gibi pek kahve sevmeyen birine bile kahveyi sevdirdi diyebilirim. Baska bir gun deneyecegimiz bademli kruvasanlari ise tek kelimeyle muh-te-sem-di...

Old Spitalfields Market’in icinde Wagamama, Gourment Burger Kitchen, Canteen gibi yaklasik 10 pound vererek karninizi doyurabileceginiz zincir restoranlardan var. Londra icin kesinlikle ucuz.. Tabi daha ucuza, tezgahlarda satilan cesit cesit yemekleri de deneyebilirsiniz.


Tum tezgahlar acildiktan sonra kendinizi, antika valizlerin, vintage elbiselerin, harika mantolarin, hirkalarin, bebek esyalarinin, sapkalarin, eski resimlerin, mucevherlerin ve mis kokulu yemeklerin arasinda kaybedebilirsiniz.
 
Burda 1-2 saat gezip, keyfini cikarttiktan sonra, Dogu Londra'yi kesfetmek ve Brick Lane'deki brickleri gormek uzere yola cikiyoruz. Yaklasik 10-12 dakika yurudukten sonra, Brick Lane'e ulasiyoruz. Zaten duvarlardaki graffitiler de dogru yerde oldugumuzu hemen gosteriyor :) Burasi Londra’da bulabilecegimiz en bol kepce Hint yemegi servis eden restoranlarin merkeziymis, diye duymustuk. Bunu bilmesek bile yururken sokakta duydugumuz kokulardan anlayabiliyoruz. 


Biraz daha yurudugumuzde, muthis yemek kokulariyla, Sunday UpMarket bizi karsiliyor. Iceri girdigimizde gozlerimize inanamiyoruz. Devasa bir yemek, taki, hali, poster, incik boncuk pazarina geldiginizi hayal edin, fakat fazlaca yemek standi olsun... Tum dunya mutfagi kocaman bir alanda elinizin altinda... Henuz acikmamis oldugumuzdan, biraz gezdikten sonra, Guney Afrika'dan ozlem duydugumuz Samosalardan gorunce dayanamiyor, 2 tane aliyor ve yola devam ediyoruz.

Brick Lane’de eskiden bira imalati yapiliyormus. Fransa Protestan gocmenleri, Ingilizler’e nasil daha iyi bira yapacaklarini ogreterek, Old Truman Brevery’nin Londra’nin en buyuk bira fabrikasi olmasini saglamislar.

Brick Lane uzerindeki Jamme Majid Camii ise, Brick Lane ve Fournier Square kosesinde,   oldukca ilginc bir mimariye sahip..

Beigel Bake, 24 saat acik ve gece gezmesinden karnini doyurmaya gelenleri agirlamasiyla unlu bir bagelciymis. Eh tabiki hemen onundeki uzun kuyrukta yerimizi aldik. Ben krem peynirli, kocis ise fume somonlu ve krem peynirli birer bagel soyleyerek bu meshur tadin keyfini cikarttik :)


Biraz ilerde bir market daha bulduk. Brick Lane Market’te de ikinci el kıyafetler, oyuncak, dekorasyon esyalari gibi akliniza gelebilecek pek cok sey bulmak mumkun. Bizim ilgimizi esas ceken sey ise, yine yiyecek standlari oluyor elbetteki :) Fakat bagellerla doydugumuz icin birsey yiyebilecek durumda degiliz...

Ne kadar aradiysak da Brick Lane'deki brickleri bulamadik. Buyuk bir hayal kirikligiyla internete baktigimda, olimpiyatlarda zarar gormesinler diye kaldirildiklarini ogrendim. Kimse yerlerine geri koymayi akil edememis anlasilan.

Geri donerken, yolumuzun uzerindeki Sunday UpMarket'ten birkac sushi, tempura prawn ve biraz samosa alarak, Londra'nin onemli meydanlarindan biri olan Trafalgar Square'e yollandik... 

Trafalgar Square, her turlu aktivitenin yapildigi yerlerden biri. Bizdeki Taksim Meydani gibi de dusunebilirsiniz. Meydan ayni zamanda Lord Nelson'in heykeline, dort arslana, Kral IV. George'un heykeli'ne ve cok sayida guvercine ev sahipligi yapiyor. Burdaki guvercinlere yem vermenizi pek tavsiye etmem, cunku oldukca yuklu bir para cezasi varmis :) Nelson heykelinin etrafindaki arslan heykelleri cocuklar tarafindan pek seviliyor, uzerini bos yakalamak neredeyse imkansiz. Efsaneye gore, Big Ben 13 defa calrsa, bu bronz arslanlar uyanacakmis. Londra ile ilgili pek cok efsane var, aklima geldikce sizlerle paylasacagim... Meydanda cok kalabalik bir Hint toplulugu vardi, sanirim bir cesit kandil kutlamasi yapiliyordu. Zira herkese ucretsiz yemek ve irmik helvasi dagitildigini gorduk :)

Kalabaliktan kurtulup, National Portrait Gallery’inin uzerindeki Portrait Restaurant'a gitmeye karar verdik. Muhtesem bir manzarasi oldugunu okumustuk ve gormek istedik. Sadece yemek yiyenlere masa aciyor olmalarina ragmen, bizim yorgun halimize dayanamamis olacaklar ki, nazikce bir masa ayarladilar. Kahvelerimizi yudumlarken, restoranin catisindan gorunen ve gercekten muhtesem olan manzarayi seyre daldik...


Yeterince dinlendigimizde, meydana geri donup, Admiralty Arch'i gecerek Green Park'in icinden yuruduk. Edinburgh Duk’unun  dogumgunu serefine atilan top parelerini kacirdigimiz icin kocis biraz mutsuz olsa da, bir sonraki Cumartesi Kralice'nin dogumgununde onu da mutlu edebilecektik. Detaylar daha sonra :)
Parkin icinden gecip Leicester Square’e geliyoruz. Burasi Londra’nın tiyatro ve sinema bolgesi olarak da aniliyor. Meydandaki kucuk parkta William Shakespeare adına yapilmis bir çesme bulunmakta ve cesmenin hemen onunde Tom Cruise, Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone gibi aktorlerin el izleri var. Fakat, tabiki cesme tadilattaydi ve biz etrafina konmus olan minik deliklerden iceri bakmakla yetinebildik.

Meydana kocaman bir M&M’s World acilmis. Kucuk buyuk cikolata, seker seven herkesin bayilacagi bir yer. Ben yine icerde kendimi kaybettim, mis gibi M&M's kokulari, dev M&M's kavanozlari, oyuncaklar, giyim ve mutfak esyalari arasinda pek kaybolmamak mumkun degil sanirim...


M&M's World'de uzunca bir sure oyalanip, cocuklar kadar şen ciktigimizda, Green Park'a geri donup, icinden gecip, Kralice'nin yasadigi Buckingham Palace'in hemen karsisindaki St. James Park'ta kugularla, pelikanlarla, guvercinlerle, kargalarla ve sincaplarla hasir nesir oluyoruz. Parka gitmeden once yer fistigi alirsaniz, sincaplar gelip elinizden fistiklari kaparken fotograf cekebilirsiniz. Yalniz dikkat edin fistiklari sincaplardan once kargalar ve guvercinler kapmasin :)

 

Yeterince sincap besleyip fotograf cektigimize emin oldugumuzda, ve parkin keyfine vardigimizda, Da Vinci Code'daki Temple'i bulmak uzere yine yollara dusuyoruz. Metroya binip Temple duraginda iniyor ve Temple'in kapali oldugunu gorerek husrana ugruyor, fakat Covent Garden'a giderek yolculugumuza devam ediyoruz.

Covent Garden'a gidip biraz geziniyor ve internette fotograflarina bayildigim kucuk bir avlu olan Neal's Yard'a kocisi surukluyorum. Icindeki minik kafeler ve ortasindaki masalarla ufak ama sirin bir avludan ibaret olan Neal's Yard, renkli binalari ve cicekleriyle kocisin de hosuna gidiyor Allah'tan...


Ordan cikip, yururken gordugumuz, ayni zamanda internette de okumus oldugum Belcika restorani Belgo'ya girip bira icmeye ve dinlenmeye karar veriyoruz. Yerin altina kurulmus olan bu restoranin hem dekorasyonu enteresan, hem de masaya siparis edilen her sey nefis gorunuyor. Masalarda Beer Bible'lar var. Bira severler icin bir cennet :) Dilerseniz bu kitapciklari 5 pounda alip, eve de goturebiliyorsunuz. Cok ac olmadigimiz icin jumbo karides, patates kizartmasi ve bira soyluyoruz. Ben Belcika birasi Duvel iciyorum, normal biralara pek benzemiyor. Ac olmamamiza ragmen, yan masaya koca bir tencereyle gelen midyede gozumuz kalmiyor degil.. Daha sonra ilginc Belcika biralari da deniyoruz, benimkinin alkol orani yuksek fakat cikolata tadi var, kocisinki ise sampanya gibi... Ispanya’dan gelmis olan garson bizi cok seviyor ve para almadan bir patates daha getiriyor :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder